Tarih, toprak ve inanç bir kez daha aynı kaderde buluşuyor.
 
Bagok Dağı’nın gölgesinde, rüzgârın bile eski dillerde fısıldadığı
Sidelya Köyü… Bir zamanlar suya ismini veren, kuşların duasıyla bereket
bulan bu topraklar, şimdi sessiz bir kefaretle sarsılıyor.Yüzyıllardır taş
duvarlarına sinmiş sırlar yeniden uyanıyor; her gölge geçmişin bir
yankısını, her esinti bir pişmanlığın nefesini taşıyor.
 
Kayıp kardeşinin ardında kalan sessizliğin izini süren Meryem, Dara
Antik Kenti’nden Dicle kıyılarına uzanan uzun ve tehlikeli bir yolculuğa
çıkar.Zümrüdün laneti, tüccar birliklerinin karanlığı ve El Cezeri’nin
kayıp mirası arasında, yalnızca bir hazineyi değil; insanın özündeki
adalet duygusunu arar. Her taş bir dua, her kuş bir kefaret, her nefes bir
sınav olur. Ve bu yolculukta, adaletle hırsın, inançla ihanetin, insanla
vicdanın sınırları silikleşir.
 
Sidelya’nın bereketli vadilerinde geçmişin yankılarıyla bugünün acıları
birleşirken, Meryem yalnızca kendi ailesinin değil, bir halkın vicdanını
yeniden uyandıracaktır.O, yurdun yarasını merhametle sarmaya çalışan
son kırlangıçtır.Kırlangıcın kanadında hem geçmişin günahı hem
geleceğin umudu taşınıyor.
 
Fantastik, tarihî ve epik bir roman:
Kırlangıcın Kefareti, Mezopotamya’nın kalbinden yükselen bir hakikat
çağrısı. Zamanın, toprağın ve insanın kesiştiği bu destanda; her okuyucu
kendi vicdanının yankısını duyar.